|
Genç bir Şaire öğütler / Max Jacop
Nedir ki, sanat, etki yaratmak da değildir.
Ama hiç mi hiç. Bu mesele üzerinde insan kendini yoklamalı. Paris mahallelerinin
yoksul-luğunty anlatmak istiyorsanız kadifelerden sözaçacak değilsiniz. Yeter ki
bir karşıtlık çizmek istemiş olmıyasınız.
Apollinaire, antoloji
şiirleri’nden, yani kusursuz şiirlerden ürkerdi. Belki hakkı da vardı. Nedir ki,
kusursuz şiiri, sanata saygı göstermek için yazmayı da bilmeli.’ Sonra daha
yapılacak başka şeyler de var. Çok şeyler. Evet evet dilbilgisi, söz sanatı,
vezin ve Özellikle sesbilgisi öğrenin. Gerisini de unutun. İlham. ilhama
inanıp inanmadığımı soruyorsunuz, değil mi? Tabiî inanırım. Hem buna sezgi
denir. Buna beden istekleri denir. Bu, ilham alan kişiye göre değişir, insanoğlu
meleklerden de cinlerden de ilham alabilir. Bu iş için çeşit çeşit melekler,
çeşit çeşit cinler vardır. Ama periler arasında dâhi olanlarımda vardır. Bir
sanatçı, ilham verici dehaya erişirse,- eleştirmeciler onun için: “Dehası var”
derler. Tevrat’ta Yakub’un merdiveni Tanrıya yaslanmıştır; melekler bu
merdivenle gökyüzüne inip çıkarlar. Periler, insanlardan beceriksiz, gezegen
yaratıklardır. Demek ki, Tanrının tanıklığına dayanarak, onların o züğürt
ilhamları üzerinde tartışılabilir. Gelgelelim, hatırı sayılır meleklerde vardır.
Ama nedir, onlara yaraşır olmak da gerekir. Ya da onları, Tanrılara yaraşır
temiz bir yürekle karşılamak gerekir diyelim. Öte yandan hırsızlık, cinayet ve
inatçılık aşılıyan ilham cinleri de vardır. Sizi onlardan koruması için dua edin
Tanrıya. Demekki ilham, dizginlenmelidir. Kendinizi yoklayın. Buna,
düşünce, çifte kavrulmuş düşünce, kendini yaşıyor görmek, başkalarını yaşıyor
görmek adları verilir. îç dünya budur. insanlar, şair olmak için
yarım-cinaslarla biten ve aynı uzunlukta olmıyan mısraları alt alta dizmenin
yeteceğini sanıyorlar. Oysa, şair olmak için, ilkin insan, sonra da sair-insan
olmak -gerekir. Öteki türlü, domuzdan daha gülünç bir kuşcağız olup
çıkıverirsiniz. Şairliğe kalkışan delikanlıların elele vermesi, doğrusu ya,
gülünçtür. Buna karşılık, yeniden dirilen’ Isa İle söylesen o havariler gibi,
güzellikle söyleşen zeki insanlar topluluğuna diyecek yoktur. Sıkılmamağa
bakın. Cansıkıntısı, şiir alanında günâhların en büyüğüdür. Cansıkıntısı şiirin
cehennemidir. Hadi bir tanesi, dünyanın, bilimlerin, dillerin ve aşkın dört
bucağını dolaşmış olan Byron’un sıkıntısı, bir şeylere benzer diyelim. Ama
sıkıntı’nın böylesine o kadar az raslanıyor ki; en doğrusu hiç söz açmamak
bundan. (Gülünç olmamak için.) Doğrusu ya, halk, edebiyatı umursamıyor. Nedir
ki, bizim de yığınların beğenisine göre yazdığımız söylenemez. Yok, halkın
beğenisine göre yazıyorum derseniz, o vakit her şeyi değiştirmek gerek. İşte o
vakit, halkın beğenisini incelemek, her kelimede ona hizmet etmek gerek: Onun o
pis aşklarından sötaçmak, cehenneme onunla birlikte inmek gerek. Bir örnek :
Edgar Poe’nun KUZGUN şiirinde bir lâmba, menekşe rengi kadifeden bir koltuk,
Pallas’ın bir büstü* çalışmalar ve hayaller içinde geçen bir gece vardır.
Etkilerin en ulu olanına varabilmek için dekorun nasıl hazırlanmış olduğuna
bakın. Uy anam . . . insan yaratmak için istediği etkiyi bilmeli, her şeyi o
etkiye göre ayarhyabilmeli. Nedir ki, sanat, etki yaratmak da değildir. Ama
hiç mi hiç. Bu mesele üzerinde insan kendini yoklamalı. Paris mahallelerinin
yoksul-luğunty anlatmak istiyorsanız kadifelerden sözaçacak değilsiniz. Yeter ki
bir karşıtlık çizmek istemiş olmıyasınız. Demek ki, belli başlı noktaları
seçmelisiniz. Bu konu üzerinde derinleşmek için Rus romanlarını inceleyin. Ben
Gogol’un Ölü Canlarım size sakk vereyim. Ölü Canlar’da evlerin, mobilyaların
manzarasıyla insan karakterlerinin nasıl canlandırıldığını
görebilirsiniz. Yeni buluşlar! Sanatı kurtaran yeni buluşlardır. Yaratma,
buluşların yeşerdiği yerdedir ancak. Her sanatın kendine göre buluşları vardır.
Beklenmedik bir yere bir bemol ya da . bir diyez yerleştirmeyi düşünmek, bir
buluştur. Yeni bir mazmun (ah, ne de az Taslanır) bir buluştur belki. Yerine
oturmuş bir renk, bir eser çapında yepyeni bir orantıdır. Fakat gerçek
buluşlar, düşüncelerin ya da duyguların tutuşmasından doğar. Buraya, o baş
belâsı “basmakalıp sözler” tartışması sokuşturula-bilir. Basmakalıp söz,
konuşmalarda kolaylığı sağlıyan bir. paroladır; bu da duyguya sırt çevirmekte
işe yarar. Bir şair, kelimelerin ‘topunu yaşamak zorundadır, şair olmıyanların
buna vakti yoktur; basmakalıp sözler adı verilen kolaylık köprüleri bunun için,
yaratılmıştır. Şair kaç okka basmakalıp söz kullanacağını kestirebilir, ama o,
onlara, alısamıyacağından korktuğu vakit başvurur ancak. Karanlık deyimlere
saplanmadan yeniliğe erişebilmek için, hazırlop ‘formüllere uymı-yan kelimelerin
ne zaman kullanılacağını bilen de odur. Şiir, bir tutuşmanın, içten bir
kaynaşmanın sonucu ise mutlu demektir. İşte o zaman anlaşılmamaktan korkmamak
gerekir. Hüner, şiirin mutlu olup olmadığını bilmektedir. Mutlu şiir, güzel ve
makarnalık olmıyan musikisinden Ötürü saklanır. Apollinavre’in şiirleri arasında
mutlularını araştırın, birkaç tane ya bulursunuz ya bulamazsınız. Mutlu gür,
kelltfelli, ahenkli, akıcı, pırıl pırıl parlıyan’ şiirdir; Öyle ki, onu işiten
en hımbıl köylü bile: “Ah, ne güzel,-” derde, “Bu da ne demek?” demez. “Buda
ne demek?” Bize heyecan veremiyen şairleri bu sözle azarlarız. Azarların içinde
en ağında budur.
Max Jacob Çeviri:
Salâh Birsel
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|