ARZ-I HÂL / Şengül Cennet

ARZ-I HÂL
 
Gönlün şu gönlüme usulca değse, her tını kendini şiirden sanır
Sevdan huzurumda boynunu eğse, ‘’Leyla’’ ya yazılan destan utanır
 
Utanır mecnunlar ‘’aşk budur işte !’’, tepeden tırnağa meyle inanır
Bir melek şevki var her bir sevişte, fitneye kalkışan iblis aldanır
 
Aldanır bülbüller şakımaz olur, buselik makamda gama yaslanır
Ilgıt ılgıt esen bir rüzgar solur, çisil çisil yağan selde ıslanır
 
Islanır gözlerim yâre duz batsa, İrem Bağları’ndan güller budanır
Yüzünü tek damla hüzün kuşatsa, ummanlar dolusu sevinç adanır
 
Adanır bir çift göz buğulu bakar, güpür dantel düşler yâre uzanır
Düşten katre katre billûr ab akar, ‘’Aşkı buldum’’ diyen görse kıskanır
 
Kıskanır elalem imrenir bize, bizdeki sevdayı kim görse tanır
Bir de gerçekleşse aşk gelse dize, yüreğim gönlünden can’a atanır
 
 
 
Şengül Cennet
 
 
Rivayet edilir ki, Habeşistan’a hicret eden Müslümanları geri getirmek üzere müşrikler Habeş kralı Necaşi’ nin dostu olan Amr b. As ‘ı gönderirler. Ve kralın huzurunda iki safhalık bir söz düellosu başlar. Karşılıklı konuşmanın bir yerinde Amr b. As:
-Bunlar üç yüz altmış tanrıyı bırakıp bir Tanrıya ibadet etmemizi istiyorlar
Deyince, Müslüman grubu dinleyip sözlerinden çok etkilenen Necaşi şu tarihi cevabı verir :
-Bunların bir Tanrısından bu kadar güzel sözler çıkıyor da sizin üç yüz altmış Tanrınız dili mi tutuldu?
…………………………..
 
Şiirin müşterek bir dili vardır ve şiirsel ifade her tarz için olmazsa olmazdır elbette. Ne var ki hece şiiri serbestten farklı olarak ayrı özellikleriyle; bağımlı kalınması zorunlu ölçüleri ( vezin), kalıpları ( mısra sayısı), mısraın farklı yerlerinde de olsa genellikle mısra sonlarındaki ses uyumu ( kafiye ), iç durakları, ayaklı ya da ayaksız şekilleri gibi kendine özgü özellikleri ile biraz daha titizlik gerektirir. Çünkü, bu bağımlı kalınması zaruri olan özellikler şiirselliği ve ifade zenginliğini kısıtlamamalı.
 
Geleneksel hece anlayışının iki kuvvetli sesi ( Halk Şiiri ve Divan Şiiri ) hemen her hece şiirinde kendini bir şekilde gösterirken zaman zaman yapılan açılımlarla hecenin akışını farklılaştırmak isteyen kişi ya da gruplar da şiir tarihimizde gözlemlenmiştir. Bunların içinde kendini kabul ettirenler olduğu gibi bir rüzgâr gibi esip geçen ve unutulanlar da olmuştur. Elbette bundan sonra da olmaya devam edecektir.
 
Şiir anlamında gerçekten büyük bir mirası önünde bulan günümüz hececileri eğer iki önemli hastalıktan kendilerini kurtarmayı başaramazlar ise hece şiirinin mesafe alması ve içinden yeni ustalar çıkarması biraz zor görünüyor.
Bana göre bu iki hastalığı şöyle özetlemek çok yanlış olmaz galiba:
a) Birebir geçmişin kopyası ile devam etmek
(Aynı mısraları, aynı sözleri, aynı kafiyeleri, aynı şekilleri tekrara devam etmek)
b) Geçmişi yok sayıp inkâr etmek.
 
Bana göre üstad Necip Fazıl’ın hece şiirine getirdiği en büyük açılım şehirli hecenin ilk adımıdır. Divan’ın anlam zenginliğiyle Halk Şiirinin akıcılığı ve yüksek sesini harmanlamış, özellikle harf inkılabından sonra dil sorunu yaşayan bir kuşağa daha anlaşılabilir eserler sunmuştur. Günümüzde ise Nurullah Genç bunu biraz daha ileriye götürmüş, gerek zengin ifadeleri gerekse mısra tekniğindeki yumuşak geçişlerle hecenin kalıplarını nerede ise fark edilmeyecek şekliyle sergileyen eserler ortaya koymuştur.
Ama her ikisi de geleneksel anlayışa asla sırt dönmemiştir!
 
Şiir anlamında ne hikmetse “ hece ömrünü tamamladı “ diyen serbest âşığı arkadaşlar kadar Ozan geleneği mensubu hececilerle de tartışmalarımız bitmiyor. Hâlâ dedelerinin bıraktığı tarlayı aynı ilkel şartlarla sürerek traktörü ve sulama kanallarını reddedip kazma kürek kullanmaya ve sırtta su taşımaya devam edenler, dedeleri hacca deveyle gitti diye uçağı reddedip üç ayda gitmeyi marifet sayanlar misalinde olduğu gibi.
Ve devam edecek de bu tartışmalarımız!
………….
 
Bastığımız yeri, kökümüzü unutmadan yönümüzü ileriye çevirmenin bize bir şey kaybettirmeyeceğini, aksine kazandıracağını düşünenlerdenim hâlâ…
 
Önümüzde duran beyit tarzı bu çalışmayı ikiye böldüğümüzde; 6+5 hece ölçüsü, çapraz kafiye örgüsü ile altı kıt’alık bir şiir çıkar. Belki şairenin aklından bu da geçmiştir ama bir farklılık aramıştır.
Bildiğimiz ve âşina olduğumuz Musammad tarzların 8+8 ‘ i geçmediğini biliyoruz. Oysa 11+11 denenmiştir. Üstelik 8+8 i geçen hece vezinleri denemeleri hep şiirsellikten kopma riski taşır. Hece fazlalaştıkça nesre uzanan bir döngü başlar. Mutlaka iç sesin ve durakların bir ahenkle örülmesi gerekir ki şiir vurgusu yapılabilsin. Bu çalışmanın göze hitap eden kısmında bu da başarılmıştır. Belki ondan önemlisi mısra tekniğindeki ince ve dokusal anlamdaki uyumu yakalamış olmasıdır. Zaten şairenin bunu unutmadığını her beyitin son kelimesi ile bir sonraki beyite başlamasından anlıyoruz. Sürekliliği ve bütünlüğü burada da gözetmeyi unutmamıştır. İç durak kafiyelerinin “ aa-bb..” , genel kafiyelerinin “ aa-aa…” örgüsüyle örülmesi de göze son derece hoş gelmektedir.
 
Fıtratımdan mıdır bilmiyorum ama şiirlerdeki iddialı, kendinden emin ve tâbiri câizse posta koyan ifadeler çok hoşuma gidiyor.
“ Sevdan huzurumda boynunu eğse, ‘’Leyla’’ ya yazılan destan utanır ”
“ Utanır mecnunlar ‘’aşk budur işte !....’’
de olduğu gibi…
 
Velhâsıl; “ Ne var bu şiirde? “ diye düşünen gelenekçi anlayışa, giriş bölümündeki Necaşi’nin sözünü hatırlatmakta bir sakınca yok sanıyorum:
- Sizinkileri de görelim!
- Ve, alkışlayalım.
 
Eyvallah Şengül Cennet Hanım!







Yorumlar
Henüz yapılmış yorum yok




Yorum Yapın

Ad Soyad: Yorumunuz:
E-posta:
Tarih:
25.4.2024 15:29:41
 


 
 

 
 

 
 
 
 
 
 




Bu site Kişisel Yazar Web Tasarım projesi ile oluşturulmuştur.