|
Şair Akıldan Korkmamalıdır / Bertolt Brecht
Şair
Akıldan Korkmamalıdır
Güzellik kavramı olmadan işin içinden çıkamayacağımız ortadadır. Bu
kavrama gereksinmek yüz karası değildir, ama yine de kişiyi kararsızlığa iter.
Anlatım Olarak Şiir
Şiir, anlatım olarak nitelendirildiğinde, böylesine bir nitelemenin
tekyanlı olduğu bilinmelidir. Bireyler kendini anlatmaktadır, sınıflar kendini
anlatmaktadır; çağlar ve tutkular anlatımlarını bulmaktadırlar; sonuçta
dolaysızca insan anlatır kendini. Bankerler ya da siyasetçiler birbirlerine
kendilerini anlattıklarında, bir şeyin ticaretini yaptıkları, bir şeyi ele
aldıkları bilinir; hasta kişi bile ağrısını anlatırken, doktora ya da
çevresindekilere bir şeyleri işaret eder, yani o da bir şeyleri ele alır. Ama
şairler konusunda söylenen şudur: Yalnızca arı anlatımı sundukları; öyle ki,
ele alışlarının, uğraşlarının yalnızca anlatmaktan oluştuğu, amaçlarınmsa olsa
olsa kendilerini anlatmak olabileceği. Bu ya da şu şairin başka insanların
savaştığı gibi savaştığını kanıtlayan belgelere rasgelindiğindeyse, evet, böyle
bir şiirde de, savaşın kendini anlattığı söylenmiştir. Şu ya da bu ozanın
başından kötü şeyler geçmişse acısının güzel bir anlatım bulduğu, bundan dolayı
da acılan önünde içyü-kümlülüğü duyabileceği söylenir; bir şeyi ortaya
koymuştur acılar, şairi iyi anlatmışlardır. Şair, acılarını dile getirirken
işlemiş, değerlendirmiştir onları; ola ki bir parça yumuşatmıştır da. “Acılar
geçip giti ama, şiirler kaldı” denir cinfikirlice ve eller oğuşturulur. Ama ya
acılar geçip gitme-mişlerse? Şarkı söyleyen adam için olmasa da, şarkı
söyleye-meyenler için kaldıysa acılar ya? Ama başka şiirler de var; örneğin
yağmurlu bir günü ya da bir lale tarlasını betimleyen şiirler; kişi bunları
okur ya da dinlerse yağmurlu günlerin ya da lale tarlalarının sebep olduğu bir
ruh durumuna girer; yani kişi. yağmurlu günleri ya da lale tarlalarını bir ruh
durumuna girmeden, etkilenmeden izlese de, şiirler aracılığıyla bu ruh
durumlarına girer. Ama böylece kişi daha iyi bir insan, olmuştur; tat alma
yetisi daha gelişkin, daha incelikli duyumsayan bir insan olmuştur; bu da
etkisini ola ki herhangi bir zaman, herhangi bir biçimde gösterecektir.
(1927)
Şiir ve Mantık
“îyi de, neyi kanıtlar bu?”
Goethe’nin İphigenie’smi okuduğunda bir matematikçi “İyi de neyi kanıtlar
bu?” demişti. Tümce burada yerini bulmamıştı, ama binlerce ve binlerce şiir
karşısında tümüyle yerindedir. Böylesine şiirlerin eleştirilmesi istendiğinde
kişi ikircimlere düşer; ortada eleştirilebilecek hiçbir şey yoktur, olsa olsa
bu şirlerin yazılmış ve basılmış olması eleştirilebilir. Şu bizim
matematikçinin istemleri, yalnızca onlan yerine getirebilecek bir yapıta
yöneltildikleri için tümüyle geri çevrilmezler. Matematikçiye îphigenie’nm neyi
kanıtladığı söylenebilir; herhangi bir yapıtın neyi kanıtladığı söylenemiyorsa
bu önemli bir yapıt değildir. Hiçbir anlamı olmadığı için önemli bir yapıt
değildir.
En yalın istem, bir şiirin kendi ruh durumunu okura da iletme konumunda
olmasıdır. Bu aktarma, belirsiz ve pek bir şey söylemeyen, denebilir ki
biçimsel bir edimdir. Bir şiirin aktarma yetisi yere göre, kişiye göre, mesleğe
göre, ulusa göre, sınıfa göre sınırlanmış olabilir. İnsanı en çok ‘havaya
sokan’ şiirlerin en iyi şiirler olması gerekmez. Halkın söylediği her zaman
halk şarkıları değildir. Halk’ı ‘havaya sokmayan’ halk şarkıları da vardır. Şu,
kafamızda açık olmalı: Aktarma olgusunu şiirin en yüksek biçimlerinde olduğu
gibi, en aşağı biçimlerinde de buluruz; ucuz operet şarkısında, doğum günü
şiirinde olduğu gibi, sokak şarkısı ve sonede de.
Bir şiirin ruh durumunu birine, dahası sana aktarabi-liyor olması, onun
hiçbir şeyi kanıtlamasına yetmez (yani sana onu okuman gerektiğini daha
kanıtlayamam). Görünene bakılırsa, birşey kanıtlamak konusunda şiirlerin işi
daha güçtür. Tutalım ki, şu bizim matematikçi pisagor teoremini kanıtlayan bir
şiirle karşılaştırılmış olsun; bu şiirin birşey kanıtladığını mı söyleyecekti?
Belki de söylerdi; ama biz de belki de karşı çıkardık ona, îphigenie’nm hiçbir
şey kanıtlamadığını söylediğinde nasıl karşı çıktıysak Öyle. Şiir, şiir olarak
boş olsaydı, şiirin bir yüzü, bir gerekçesi olmasaydı, ona karşı çıkardık.
Matematikçi bu nedenlerle bir ruh durumuna girmiş de olsaydı, ona belki yine de
karşı çıkardık.
Güzellik kavramı olmadan işin içinden çıkamayacağımız ortadadır. Bu
kavrama gereksinmek yüz karası değildir, ama yine de kişiyi kararsızlığa iter.
Çünkü o kertede belirsiz, öylesine çok anlamlı bir kavramdır ki bu —görünene
bakılırsa, ‘herkeslerce bilindiği gibi’ bireysel olan ‘ağız tadına, zevklere’
bağlı bir kavramdır— ‘tartışılmaz.’
İşlevbilimsel açıdan yola çıkarak, tadı maddî anlamda da alsak, tartışma
güçleşir yine de. Ağzımıza bir lokma alır, yüzümüzü buruşturur ve ‘çok ekşi’
deriz. Bir şiir dizesini de böyle kendi kendimize söyleyebilir ve tıpkı tadı
kaçmış, tatsız tuzsuz, uyarıcılığı kalmamış, dahası mide bulandırıcı bir şey
karşısında olduğu gibi bir isteksizlik duyabiliriz.
Yine de işlevbilimsel tatta bile ‘tat bulmak’, ‘tadı bulmak’ gibi birşey
vardır. Bu bir tür öğrenme edimiyle de gerçekleşebilir, yalnızca başka koşullar
içine girmemizle de. Tat duyusu —işlevbilimsel olanı da— gelişebilir.
Mimariden bir Örnek alabiliriz. İleri mimarlarımız son onyıilarda nesnel
denilen bir yapı sanatını yaymaya çalışıyorlar. Kısaca söylenirse pratik olan’ı
güzel buluyorlar. İşçilerin buna karşı davranışları ilginç: Bu yapı sanatını
tümüyle reddediyorlar. Bu cetvelle çizilmiş gibi yapılmış evleri güzel
bulmuyorlar; kışla, hapisane diyorlar bu evlere; yeni, amaca uygun döşe-dayaya,
da tatsız-tuzsuz diye sövüyorlar. Tüm nesnel yapı sanatı, ağızlarında
tatsız-tuzsuz bir tat bırakıyor.
Neden?
Pek çoğu ileri olduğu İçin, yüzünü severek, isteyerek en ileri, en önemli
sınıf olan işçilere çeviren mimarlar, bir iş-Çi için evin ne anlama geldiğini
unutuyorlar da ondan. Ev işçi için hiçbir biçimde yalnızca bir barınma yeri,
yalnızca tüm yükümlülüklerini olabildiğince pratik olarak yerine .getirmesi
yönünden önem taşıyan bir fabrika değildir. (30’lu yıllar)
Şiirleri Yolmak
Acemi kişi bir şiirsever olduğu kertede şiirlerin yolunması demlen şeye,
soğuk bir mantığın işe sokulmasına, bu ince, çiçeksi oluşumdan sözcüklerin,
imgelerin koparılıp çıkarılmasına güçlü biçimde karşıdır. Bunun karşısında
denilmesi gereken, çiçeklerin bile bir şey batırıldığında solma-dığıdır.
Şiirler —eğer yaşama yetileri varsa— yaşamak konusunda çok dayanıklı, çok
yeteneklidirler, en derinlere işleyen işlemleri atlatabilirler. Kötü bir dize,
bir şiiri hiçbir biçimde tümüyle yıkmaz; nasıl iyi bir dize bir şiiri
kurtara-mazsa öyle. Kötü dizeleri bütünün içinde sezmek onsuz, ‘şiirlerden tat
alabilme yetisi’nin sözünün bile edilemeyeceği bir yetinin öteki yüzüdür:
Bütünün içinde iyi dizeleri sezme yetisinin. Bir şiir kimi zaman çok az iş, çok
az çaba ister, kimi zaman da pek çok iş, pek çok çaba gerektirir. Acemi kişi,
.şiirleri yanına varılmaz sayarken bir şeyi unutur: Şairin de ulaşabileceği o
hafif ruh durumlarını, duygulanmaları onunla paylaşabilse de, bu ruh
durumlarının, duygulanmaların bir şiirde dile getirilişinin bir çalışma süreci
olduğunu ve şiirin duraksatılmış bir ‘uçucu kaçıcı şey’ olduğunu, yani görece
biçimde oylumlu, dolu, maddî bir şey olduğunu unutur. Şiiri yanaşılmaz sayan,
şiire gerçekten yanaşamaz. Alınan tadın ana bölümü ölçütlerin
kullanılışındadır. Bir gülü yol da bak, güzeldir her yaprağı. (30’lu yıllar)
Şair Akıldan Korkmamalıdır
Şiirlerini okuduğum birkaç kişiyi kişisel olarak tanıyorum. Bunlardan
kimisinin şiirlerinde öteki dışavurumlarında gösterdiğinden çok daha az
‘akıllılık’ göstermesine şaşar dururum. Şiirleri katıksız duygu işi olarak mı
alır? Böylesine katıksız duygu işlerinin olabileceğine inanır mı? Böyle bir
şeye inanıyorsa da, hiç olmazsa duyguların da düşünceler kertesinde yanlış
olabileceğini bilmesi gerekirdi. Bu da onu daha dikkatli kılmalıydı.
Kimi ozanlar, özellikle de şiire yeni başlayanlar, kendilerini belli bir
ruhsal etkilenme içinde, bir duygulanma durumunda duyumsayınca, akıldan gelenin
bu ruh durumunu dağıtacağından ürküyor gibidirler. Bu konuda, bu ürküşün ancak
aptalca bir ürküş olduğu söylenebilir. Büyük şairlerin ‘işlik raporları’ndan
bilindiği gibi, onların ruh durumları hiçbir biçimde yüzeysel, kararsız,
kolayına uçup gidive-recek ruh durumları değildir ki, kavrayıcı, dahası
serinkanlı bir düşünme onlara zarar verebilsin. O bilinen ayağa kalkma,
uyarılma durumu hiçbir biçimde soğukkanlılığın tam karşısında yer almaz.
Dahası, düşünsel ölçütlere vurmaktaki isteksizliğin, söz konusu ruhsal durumun
daha derindeki bir verimsizliğine, kısırlığına ‘işaret ettiğini’ kabul
etmelidir. İşte o zaman, bir şiiri yazmayı orada bırakmak gerekir.
Şiirsel bir girişim rastgiden bir girişimse, duygu ve us uyum içinde
çalışırlar. Birbirlerine mutluluk içinde, sevinçle seslenirler: Haydi ver
kararını!
(30’lu yılların sonu)
Bertolt
Brecht
Çeviri: Hilâl Çelik
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|