|
Şiir İçin Barbarlık / Ali K. Metin
Şiir İçin Barbarlık
Şiirin anlamına ilişkin her tanım veya ifadenin
merkezinde bizatihi kendi gerçekliğimiz yer almaktadır. Şiirin neliği
kendimizin neliğiyle mukayyettir. Bir şiir anlayışından yana olabilmek için,
öncelikle kendimiz hakkında bir karar vermiş olmak gerekir. “Ben ne olmalıyım?
Şiirle kendim/benliğim arasında nasıl bir ilişki olacak? Şiirsel sözün
hayatımdaki karşılığı nedir? Şiirle neyi (hangi insanlık durumunu), ne şekilde,
nereye kadar yaşayacağım? Söze verdiğim anlamı (imgeyi) belirleyen bir
üst-değer olacak mıdır?” Bu sorular, kendimize açıkça sormamışsak bile, belli
bir şiir macerası veya poetik söylem içersinde cevabını dolaylı şekilde
vermiş olabileceğimiz sorulardır. Eğer bu sorulara cevap olabilecek bir şiir
dünyası veya anlayışı ortaya koyamamışsak, şiirle sahici bir ilişki içinde
olmadığımız kesinlik kazanır. Piyasa şiiri yazanların en bariz handikabı da
budur. Onlar, şiirin bir yaşama ve ‘kendi olma’ kavgası olduğunu
göremedikleri veya görmezden geldiklerinden bu işin retorik, dil, müzik
ve imge yoluyla halledilebileceğini düşünürler. Onlar için bütün mesele
okuyucuyu büyülemektir.
Oysa hakiki şiir bir maharet gösterisi değildir.
Sözü zarifane şekilde söyleme sanatı diye bir şiir tarifi ise gerilerde
kalmıştır. Gelenekle bu doğrultuda kurulmak istenen her tür ilişki anakronik
nitelikler taşır. Hakiki şiir, biçimin ve estetiğin gözbağcılıklarından medet
ummayacak kadar tabii, yalın ve içten bir söyleyişin ürünüdür. Şairin şiirini
kanıyla yazması dediğimiz şey, bu meseleyi bütün çarpıcılığıyla tasvir eden bir
metafor sayılabilir. Bu, estetik yaratıştan daha çok, anlam ve duyarlığın
gerçekleştirilmesi yönünde bir ruhsal devinim ve mücadeleyi, belli bir
mayalanma sürecini ifade eder. Tabii, yalın ve içten oluş, başka bir ifadeyle şiirdeki
samimiyet unsuru, burada meselenin can alıcı noktasını teşkil etmektedir.
Şiirin hakikati ve şairin Hakikat’le olan bağı, samimi bir duyuşun tecessümü
olmak zorunluğundadır. Şiirin samimiyetten uzaklaşması onu tabii, hakiki
bir tecrübenin ifadesi olmaktan da uzaklaştırır. Samimiyetsizlik
şiir adına en tehlikeli sapmalardan birisi; tıkanma ve yozlaşmanın
habercisidir.
Şiirin meselesi işte bu şekilde açık seçik bir anlam
kazanıyor: Yozlaşmaya karşı insanın savunusu! Sahteliğe, parçalanmaya,
metalaşmaya ve hiçliğe karşı “insan!” demek için şiir. Aldanışa, aldatmaya,
çirkinliğe, zulme karşı bir tavır olarak şiir. Görüntünün hükümranlığını
reddeden, bütün duyargalarıyla hakikate dönük bir şiir. Bununla bellidir
ki, sadece şiire değil aslında insana mahsus bir duruşu/eylemi tarif etmiş
oluyoruz. ‘Yozlaşmaya karşı şiir’ derken, dar anlamda şiirin yozlaşmasından
öte, insanın ve hayatın yozlaşma hallerini kastediyoruz. Bu da şairi, her
şeyden ve herkesten önce kendi benliğiyle ve varoluş durumlarıyla karşı karşıya
getiriyor. Bizi özgürleştiren değil de iğdiş eden bir şiirsel edim, şiire
yapılan bir haksızlık olacaktır. Şiir insanı özgürleştirir iddiası, ancak
şiirle kendi-liği-miz arasında doğrudan bir ilişki kurulduğunda geçerlilik
kazanır. Sözkonusu ilişkinin mahiyetine göre şairin konumu değişebilir. O
bir yalancı veya mecnun da olabilir, doğrunun ve hakikatin arayıcısı da.
Şiirine bu anlamda vaziyet etmemiş bir şairin durumu ise kritik olmaya devam
eder. Bunun için, şiirin insanı özgürleştirmesinin ve sahiciliğin ne demek
olduğunu, görüntüyle gerçek arasındaki varoluş farkını bilmek durumundayız.
Hakikat kaygısını taşıyan şiirin ruhu, belli bir
zaman bilinci ve hayat algısıyla yoğrulmuş/yoğrulmaktadır. Bu şiirin merkezinde
şairin tabii ve hakiki tecrübesinden başka bir şey yoktur. Şair sözkonusu
tecrübeyi, samimiyet ölçüleri içersinde şiirsel bir imge ve anlatıma
kavuşturarak, algılanır dahası yol açıcı bir anlam dünyasına dönüştürür. Şiir
burada gerçekliği yoklayan, eleştiren, bilinmeyene doğru uzanan bir arayıştır.
Şiirin bir hakikat algısı ve arayışı olarak ortaya
çıkabilmesi için şairin iradi bir tavra sahip olması gerekmektedir. Şiir
sezgiye dayansa bile, bunun bir istikamete doğru yönlendirilmesi belli bir
‘bekleyiş’ ve ‘arzu’ ile mümkün olur. Şiir, hakikati arama, bilme veya hissetme
anlamında ne denli saf bir tecrübe ve duyuşu temsil ediyorsa o kadar değerli
olabilecektir. Bu da şiiri o nispette radikal ve barbar bir eylem, bir ‘oluş’
haline getirir. İnsanı saflığına döndürme çabası olan bir şiir, dürtülerle
zekanın en sahici uyumunu aramak zorundadır.
Saflık şairin en özgür, en kendi olma halidir. Sezgi
ve duyuşlarımızın dünyaya bütünüyle açık olması, hakikatin anlamını/imgesini
belirlemede etkin bir düzeye gelmiş olmasıdır. İnsanın kendine uyanışı, kendi
duygu ve zenginliğinin farkına varmasıdır. Hakiki şiir işte bu yüzden barbar
bir kişilik taşır. İnsanı bütün çıplaklığıyla ifade etmenin vahşice
huzursuzluğu ve heyecanı içersinde bir şiirdir o. Hakikate ve özgürlüğe
doğru yapılmış içsel bir hamlenin ürünüdür.
Şiirin tam da böyle bir hamle olabilmesi için
barbarlığın karanlık dünyasına dalması gerekir. Kuralların, kuramların ve
değerlerin yerinin tamamen şairin sezgi, zeka ve iradesine boşaltıldığı, iç dünya
ile dış dünyanın en dolaysız şekilde karşı karşıya geldiği beşeri tecrübeyle
hayat bulmalıdır şiir. Dolayısıyla şair, hem hakikatin bilgisine ulaşmak hem de
özgürlüğü için verili olanı yadsıyacaktır. Bu da onun, ‘kendi’ni içine gömülü
olduğu her türlü kültürel durum ve ideolojinin dışına çıkartabilmesi demektir.
Şiirsel uyanış ve kendini gerçekleştirme, ancak böylelikle şiiri barbarlığın
anlam dünyasına taşımakla mümkün olur. Aksi halde şiir, olanı tekrarlamaktan
veya hayatın lirik/epik duygu ve heyecanlarını retorik usullerle takdis
etmekten çok da öteye gitmez.
Barbarlık hakiki şiir için gerekli bir zemindir. Bu
zeminden yoksun şiirsel edimlerde, beşeri tecrübe hiyerarşik oluşumların
gölgesi altına alınmıştır. Buysa söz konusu tecrübeyi ve onun ifadesi olan
şiiri belli bir yabancılaşmayla malul hale getirir. Şairin en önemli sorunsalı
da yabancılaşma dediğimiz bu şey değil midir zaten? Gerek insanın kendine
yabancılaşması gerekse hayatın içindeki yabancılaşma olguları, şiirin daha
doğrusu barbar şiirin en temel varoluş meselesidir. Barbar şiir,
yabancılaşmayla körelen duyu ve duygularımızı uyandırarak bize hakikate dair
yeni bilgi ve algılar kazandırır. Hakikatin ve özgürleşmenin zorunlu şartı
uyanıklığımızdır. Bunun için barbar şiir, bilinçaltının dışavurumu değil, belli
bir farkındalığın sonucu olarak ortaya çıkar. Bilinçaltı, beşeri tecrübeye
dahil edilmesi gereken bir unsurdur sadece. Şairin duyu ve keşif alanlarından
biridir. Şiirin gerektirdiği uyanıklık ise şaşkınlık ve uyumsuzlukla kendisini
gösterir. Uyanıklığımız sayesinde yabancılaşmanın/parçalanmışlığın farkına
vararak bir şaşkınlığı yaşar (belli bir dünya ve hakikat algısına ulaşmak),
giderek özgürlüğün imkanlarını keşfetmeye başlarız. Şiir, girdiği bu mecrada,
insanın ve hayatın anlamını/imgesini oluşturmaya dönük daha bütünsel bir
etkinliğe dönüşür. Bütünlük arayışları ne kadar kurmaca etkinlikler olursa
olsun, şiir bu bütünlüğü daha hakiki temellere dayandırmak için yapılmış bir
girişimdir. Dolayısıyla barbar şiir, kendisini karakterize eden uyumsuzluk ve
şaşkınlık nosyonlarıyla, yabancılaşma durumlarına yönelik bir yapıbozumunu
gerçekleştirdiği gibi, kendini gerçekleştirmenin imkan ve imgelerini de
devşirmekte, böylece varoluşun en hakiki şartlarını oluşturmaktadır.
Şiir elbette yanılsamalardan münezzeh değildir.
Dahası barbarlık ne şiir ne de insan için bir kurtuluş reçetesidir. Ama hakiki
şiirin bir taşıyıcısı, ruh ve perspektif şartıdır. İnsanın en şahsi ve en
deruni ifadesi olan şiir, ancak barbar bir tavırla bizi kendi dünyamızın zenginliğine
taşır. Kendimiz olmadan başkalarıyla olmanın sahte anlam dünyası şiire göre
değildir. Kendimiz olabilmek için barbarlığın kural dışı dünyasında şiirin
gücüne ihtiyacımız vardır. Ortega Y Gasset’nin deyişiyle “İnsanı kuraldışı
yapan şey herhalde içinden taşmaya başlayan ve kendisine bir ‘iç dünyası’
yaratan o hayal ve düş bolluğu” olmuştur.” (Gasset 1992, 146)* Şiirin
imge dünyası kuralların baskısını reddeder; bunun yerine istenci yani kendi
varoluş arzumuzu koyar. Barbarlık bu arzuyu dillendiren bir meleke, aynı
zamanda bir hareket ve ifade tarzı olarak ortaya çıkar.
Barbar şiir, gücünü nihayetinde hayatla kurduğu
bağlardan alır. Ne kadar canlı, yalın ve derin bağlar kurabilmişse o kadar
güçlü, o ölçüde etkileyici bir tecrübeyle konuşur. Yaşanan her türlü
yabancılaşma sürecine karşı insanın özgürleşme ve gelecek umuduna yön verir,
ona imgesel ufuklar açar. Şiir ancak barbar ruhuyla bunu kendisine ait bir
ayrıcalık yapabilir. İmgenin insanla hakikat ve insanla gelecek arasında bir
köprü olabilmesi için şiirin barbarlıkla aşılanması gerekmektedir.
* Ortega Y Gasset, Tarihsel Bunalım ve İnsan, Hazırlayan
ve çeviren:Neyire Gül Işık, Metis Yayınları, 1992
Ali K. Metin
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|