Nurullah Ataç Denemeleri / Batıya Doğru



BATIYA DOĞRU

Şunun şu kusuru var, bunu bu kusuru var demeğe kalkmayın sakın: ossaat yapıştırırlar: "Kendini beğenmişin biri..." Eh! Kimseyi beğenmiyorsunuz, demek kendinizi beğeniyorsunuz.Ama siz kendinizde de birçok kusurlar bulurmuşsunuz, giriştiğiniz bir işi başarmağa gücünüz yetmeyeceğini anlamışsınız da içiniz yanıyormuş, üstelik hayran olduğunuz nice kimseler de varmış, bakmazlar ona, yargılamışlar bir yol, dönmezler artık. Bir de bir damga uydurmuşlar, basma kalıp bir söz, bir manası olduğunu sanıyorlar ya, yok, bomboş, bütün basmakalıp sözler gibi bomboş: "Menfî adam, yıkıcı adam." Kendini beğenmişin biri sayılmaktan, o ağır damgayı... boş sözün ne ağırlığı olacak? Neyse! O ağır damgayı yemekten çekiniyor musunuz? Ne okusanız, ne duysanız: "Güzeeel!" diyeceksiniz.

Hani çocuklar bir oyun oynuyor: "Muallâ - Ooooh! Ne âlâ!" Onun gibi... örneğin yazarlarımızdan biri: "Falan kişi bütün varlığıyla Türk mimarlığının şaheseridir" diye bir lâkırdı etmiş, siz: Bütün varlığıyle ne demektir? O falan kişi yemeğini yerken, şu bu işini görürken de Türk mimarlığın şaheseri midir? Bir kişi mimarlığın şah - eseri olur mu? Şu şah - eser sözü de gelişi güzel, ulu orta kullanıla kullanıla pek cıvıdı, eskiden bir mânâsı vardı belki, yitirdi artık onu, koflaşıverdi, diye düşüneceksiniz, olur a! Aklınıza geldi, renk vermeyeceksiniz, kendinizden geçmiş gibi gözlerini şöyle bir kapayacak: "Oooh! Ne Oooh! Ne âlâ!" Diyeceksiniz, "Bilirim, büyük yazardır, bir döktürdü mü döktürür doğrusu!" diyeceksiniz.

Başka biri kalkmış: "Biz yabancı dillerden ek almayız, kök almayız" dedikten sonra: "Alacağımız kelimeleri kendi kurallarımıza göre üretiriz" diyor, siz bu iki sözün birbirini tutmadığını, yazarın 'kök' ne demektir düşünmeksizin çala kalem dizi diziverdiğini söylemeyeceksiniz, çok değerlidir diye tanınmıştır, zevkine kendi sımsıkı inandığı gibi ötekini de berikini de inandırmıştır, saygı göstereceksiniz, gene bir : "Oooh! Ne âlâ!" gene bir: "Döktürdü mü döktürür doğrusu!" Yoksa "kendini beğenmişin biri" olmaktan, "menfi adam, yıkıcı adam" olmaktan kurtaramazsınız yakayı.
Kendi kendime, bunları homurdanıyor: "Asıl onlar menfi adam! Asıl onlar yıkıcı adam!" onlar kendilerini beğenmiş! Ağızlarından çıkanın bir mânası var mı, yok mu, araştırmıyorlar, kalemlerinin ucuna ne gelirse onu çiziktiriveriyorlar, bu ülkede doğru dürüst bir düşünce hayatı kurulabilmesine engel oluyorlar. Onların yanlışların göstermek değil, onları alkışlamak bu ulusa kötülük etmektir.

Yeni yetişenlere onları örnek alkışlamak bu ulusa kötülük etmektedir.Yeni yetişenlere onları örnek diye gösteriyorlar.Yarın ki yazarların da onlar gibi olmasını istiyorlar.Bizler buna katlanamıyoruz, bizde de söyleyen yazarlar yetişse diye içimiz titriyor, bunun için şunda bunda gördüğümüz ufak meziyetlerle, hayal meyal üstünlüklerle gelip daha, çok daha ilerisine gitmeği öğütlüyoruz.Beğenmeyelim onları, beğenmeyelim kendimizi, küçücük başarılarımızı öveceğimize birbirimizin kusurlarını gösterelim ki yarınkiler bize benzemesinler, diyordum, bir de baktım, yanımda Allı beliriverdi. Hal hatır sormadan:
-Şu sizin Latince, yunanca işini konuşmaya geldim, dedi.Sevinmelisiniz, gençler arasında o dilleri öğrenenler var artık, günden güne de çoğalıyor. Demek ki ilerliyoruz, bize de gerçek ekin gelmeğe başlıyor...Gülüyordu bunları söylerken; dediklerine kendisinin de inanmadığı, beni kızdırıp söyletmek istediği belliydi. Kırmayalım dedim, başladım söylenmeğe:
-Ben yunanca ile Latince üfürüğe benzer demedim ki, Allı! dedim.O dilleri biraz öğrenmiş olmak yeter mi hiç? Evet, bizde de Yunanca, Latince öğrenenler var, ama neden öğreniyorlar? Birtakım tarih belgelerini okuyabilmek için gerekliymiş.Benim istediğim, benim söylediğim bu değil ki! Yunanca ile Latince, bir kazanç kaygısı, doğrudan doğruya bir fayda kaygısı gütmeyen, insan oğlunun yüzyıllar boyunca neler düşünüp neler söylemiş, neler yapmış olduğuna meraktan doğan çalışmalara götürürse ekin kaynağı olabilir.
Bir durdum, sonra:

-İş sekiz on kişinin, kırk elli kişinin yunanca ile Lâtince öğrenmesinde değil, Allı, dedim, toplumun o dilleri kendine ekin kaynağı diye benimsemesinde. Sekiz on kişi, kırk elli kişi yunanca ile Latinceyi öğrenmiş, ne çıkar? Bu ülkede o dilleri bilen sekiz on kişi, kırk elli kişi bulunur, işte o kadar. Toplum değişmez ki! O diller, o dillerin eserleri bu topluma işlenmiş olmaz ki! Nedir bizim dilediğimiz? Bu ülkede yüzyıllar sürmüş bir geleneğin ürünü olan bir düşünüş var, gene de o sürüp gidiyor.

Biz ise o düşünüşün, o dünya görüşünün değişmesini, yerini batılılarınkine benzer bir düşünceye bir dünya görüşüne bırakmasını istiyoruz. Çocuklarımız eski düşünüşe, eski dünya görüşüne göre yetiştirildikten sonra, toplum o düşünüşe, o görüşe bağlı kaldıktan sonra yunanca ile Latinceyi bilen birkaç kişi de bulunmuş, neye yarar? Biz birkaç kişiye o diller öğretilsin demiyoruz, yunanca ile Latince öğrenmek bir "farz - kifâye" değildir, herkesin, ülkede aydınlar sınıfı kuracak olan bütün kişilerin o yoldan geçmeleri, o yolda yetişmeleri gerektir.

Biz eski medeniyetin temeli olan kanılara, düşüncelere bağlı kalacağız, çocuklarımıza o medeniyetin ürünü olan edebiyatı öğreteceğiz, kafalarını o medeniyetin değerleriyle yoğuracağız, gene de Avrupalılaşacağız...Olmaz öyle şey, Allı! Batı ülkelerinde nasıl Arapça,Farsça öğrenenler bulunuyor.Hani "müsteşrik"ler diyorlar, bizde "müsteğrib" ler yetişiyor. Bir müsteşrik ne türlü Arapça bilirse bilsin, düşüncesi bakımından batıya bağlıdır, batı adamıdır.

Bizim "müstegriplerimiz" de düşünce bakımından doğuya bağlı kalırlar, birer doğu adamı olmaktan çıkamazlar.Bir kişi hangi toplumda yetişmişse, o toplumun çocuğudur, edindiği bilgiler ne olursa olsun benliği, düşüncesi o toplum ürünüdür.Bizim söylediğimiz ise bu toplumda, şu, bu bireyin bir takım bilgiler edinmesi değil, toplumun değişmesi, eski düşüncesinden ayrılıp batı dünyasının düşüncesine geçmesidir.Bizde yıllardan beri Fransızca, Almanca, İngilizce öğrenenler yetişti, içlerinde o dilleri iyi bilenler de oldu; toplumu hiç de etkilememiş olduklarını söyleyemeyiz, ancak onların etkisi yüzde kaldı, derinlere işleyemedi.

Yunanca ile Latincenin etkisi ise ondan daha ileri gitsin istiyoruz.Bunun için onları orta okuldan, belki de daha önceden başlayarak çocuklarımızın hepsine öğretmeniz, onları edebiyat öğretiminin temeli olarak almamız gerektir.Bu ülkede Fransızca, Almanca, İngilizce öğrenenler bize ancak batı dünyasının özlemini getirebildiler, bizde dıştan batılılara benzemek hevesini uyandırdılar.

Bugün artık o özlemle, o hevesle yetinemiyoruz, dilediğimiz batı dünyasına benzemek değil, batı dünyasından olmaktır.Bunun içindir ki çocuklarımızı Batılı çocukların yetiştikleri gibi, Latince ile Yunancayı öğreterek, kafalarını o dillerin eserleriyle yoğurarak yetiştirmemiz gerektir.
-Batı dünyasında da yunanca ile Latinceyi bütün çocuklara öğretmiyorlar.
-Sen beni iyiden iyiye kızdırmak istiyorsun, Allı! Batı dünyasında bütün çocuklar yunanca ile Latinceyi öğrenmeseler de olur, orada o dillerin eserlerinden doğan düşünüş, görüş topluma işlemiş, toplum biliyor orada.Onlar Latince ile Yunancayı büsbütün kaldırsalar bile, kaldıramazlar, kaldıramazlar ya, neyse! Büsbütün kaldırsalar dahi biz koymalıyız, bütün çocuklarımızı o dilleri öğreterek yetiştirmeliyiz ki bu toplum değişebilsin, dilediğimiz hale gelebilsin.


Nurullah ATAÇ










Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.


Yorum Yapın

Ad Soyad: Yorumunuz:
E-posta:
Tarih:
25.4.2024 04:40:40
 


 
 

 
 

 
 
 
 
 
 




Bu site Kişisel Yazar Web Tasarım projesi ile oluşturulmuştur.